Türkiye’nin COVID-19 Sonrası Ekonomik Olarak Toparlanması: Uzun Vadeli Hazırlık
Auguste Tano Kouamé / Dünya Bankası Türkiye Direktörü
Dünyanın geri kalanı gibi Türkiye de, COVID-19’dan ciddi şekilde etkilendi. Yüz yılda bir meydana gelen ve 216 ülkeyi etkileyen bu salgın krizi, Türkiye’de 2020 Mart ayının başlarında ortaya çıktı. Bu salgın 2018’in ortalarındaki çalkantılı dönem sonrasında, istikrar sağlamaya başlayan Türk ekonomisini sarstı. Ve şu an için önemli olan konu , ekonomi, COVID-19 salgınının şokunu atlatmaya ve son birkaç yıldır içinde bulunduğu durgunluktan çıkmaya çalışırken, uygun politikaların ne olması gerektiğini belirlemektir.
Türkiye’nin pandemiye acil yanıtı, yeni ortaya çıkan ekonomik dengesizlikler, tedbirleri sıkılaştırma adımları gerektirmiş olsa da, COVID-19’un daha olumsuz etkilerinden bazılarının kontrol altına alınmasına yardımcı olmuştur. Erken uygulanan sosyal mesafe tedbiri , hareketliliğin sınırlandırılması, test yapma ve sağlık kapasitesinin iyileştirilmesi gibi önlemler, virüsün yayılmasını ve ölümleri kontrol altına almakta başarı sağladı. Ekonomi, 2020’nin ikinci çeyreğinde aniden durma noktasına geldi. Öte yandan mali, parasal ve finansal önlemler ile ekonominin en fazla etkilenen kısımlarından bazılarına kapsamlı destek sunuldu. Öncü veriler, arz ve talebin, kayıpları telafi ettiğini gösteriyor. Aynı zamanda, halihazırda negatif reel faiz oranlarını takip eden parasal genişleme de, makro ekonomik dengesizliklere katkıda bulundu. Sonuç olarak bu durum parasal rahatlamanın tersine dönmesine neden oldu.
Bu politika dengeleri, pandemiye ilişkin belirsizlikler ile birlikte ekonomik görünüme yönelik çeşitli olasılıklar doğurdu. Ekonominin 2020’de daralacağını öngördük,ancak bu daralmanın kapsamı, pandeminin Türkiye’de ve bazıları ikinci dalgayı yaşamakta olan yakın ticari ortaklarda nasıl bir seyir izleyeceğine de bağlıydı. Hane gelirleri üzerindeki şokun Türkiye’nin yoksulluk oranını yüzde 10,4’ten 14,4’e yükseltme olasılığı bulunsa da hükümetin mevcut politika yanıtının yoksulluk oranını yüzde 14,4’ten 11,5’e kadar önemli ölçüde düşürmesi olası. Pandeminin 2021’in başlarında kontrol altına alınacağı varsayımına dayanarak, ekonomik büyümenin 2021’de yüzde 4’e, 2022’de ise yüzde 4,5’e yükselebileceğini söylemek mümkün.
Geleceğe dönük olarak, Türkiye’nin önündeki zorluk, makro ekonomik istikrarın sürdürülmesine ve uzun vadeli bir hazırlık yapmaya odaklanmak olacaktır. Bu durum, kredi teşvikiyle kısa vadeli ekonomik büyümenin hızlandırılması gibi kısa süreli önlemler alma geleneğinden vazgeçilmesini ve bunun yerine, uzun vadeli ve kalıcı uygulamaların yürürlüğe konmasını gerektiriyor. Bu, makro ekonomik istikrarın ve yatırımcı güveninin sağlanması anlamına geliyor. Göreve yeni atanan Hazine ve Maliye Bakanı ile Merkez Bankası Başkanı’nın son açıklamaları bu hedefe öncelik verileceğini doğrular nitelikte. Yabancı sermaye rekabetinin azılı olabileceği bir dünyada, makro ekonomik istikrara odaklanmak sermaye akışı, döviz kuru istikrarı ve daha düşük risk primleri açısından pozitif sonuçlar sağlayabilir.
Bu çabaları desteklemek üzere Türkiye, toparlanmayı yönetebilmek için duyarlı ve esnek bir mali politika izleyebilmelidir. Türkiye’nin farklı makro ekonomik senaryolar kapsamındaki orta vadeli mali çerçevesi, ülkenin, son dönemde artan mali dengesizliklere rağmen sınırlı sayıda ekonomik şoku kaldırabileceğini gösteriyor. Gerilemiş olsa dahi mevcut mali alan sayesinde, otomatik istikrar sağlayıcılar ve hedeflenen önlemler, ekonomiyi COVID-19 şokuna karşı korumada önemli rol oynayabilir. Bu, kayda değer orandaki sosyal ve ekonomik maliyetlerin önüne geçilmesine yardımcı olabilir. Geniş çaplı işten çıkarma ve iflas durumları ile varlık satışı ve insan sermayesi kaybı nedeniyle hanelerin ömürboyu kazançlarında kalıcı düşüş bu maliyetler arasında sayılabilir. Bu şok, eğitime ilişkin olarak yapılan kamu harcamasının öğrenme sonuçlarını ve insan sermayesi getirisini iyileştirebilmesi için bir miktar mali alanın kullanılmasına yönelik fırsat sunmaktadır.
Yatırımın toparlanabilmesine yönelik temelleri atmak için şirket bilançolarının da düzeltilmesi gerekiyor. COVID-19 salgını öncesi kredi patlamalarından kaynaklanan borç yükü ve pandemi döneminde gerçekleşen kredi genişlemesi göz önünde bulundurulduğunda, daha fazla krediyle orta ve uzun vadeli büyümeyi sürdürmek mümkün görünmüyor. Dünya, krizi atlatmaya başladığında, özel sektör yatırımının kaldığı yerden devam edebilmesi için, kurumsal sektörün borçlanma oranlarının düşmesi gerekiyor. Bu, bankacılık sektörünün durumuna ilişkin mevcut zorlukların yakından izlenmesini ve şirket borçlarının yeniden yapılandırılması yoluyla sistemli bir borçlanma oranı düşüşünün desteklenmesini gerektirebilir.
Bu kriz, yapısal reformlara yeniden ağırlık vermek ve Türkiye’nin yüksek gelirli uluslar grubunda yer almasını sağlayacak dayanıklı bir ekonomik sistemi yeniden inşa etmek için bir fırsattır. Bu reformlar, Yeni Ekonomik Program ve 11. Ulusal Kalkınma Planı’nda etraflıca ele alınmıştır. Ticari bütünleşmeyi ve küresel değer zincirlerine katılımı artırmak, işgücü piyasası reformlarını hızlandırmak, yeniliği teşvik etmek, finans sektörünü çeşitlendirmek ve uzun vadeli finansman erişimini iyileştirmek ile rekabeti sağlamak; ekonominin büyüme potansiyelini artırmak için ağırlık verilmesi gereken birkaç öncelikli alanı oluşturuyor. Bu çabalar, insan sermayesine yapılacak yatırımlar ile birlikte kadınların da dahil olduğu işgücü katılımındaki düşüşü tersine çevirmeye yardımcı olmalıdır. Türkiye 2014 yılında, önceki on beş yıl içinde gerçekleştirilmiş yapısal reformlar ile desteklenen kesintisiz büyüme dönemi sayesinde, neredeyse yüksek gelir statüsüne ulaşmıştır. Önemli bir krizden faydalanılması açısından COVID-19 şoku, mevcut durumda çeşitli ulusal stratejik belgelerde öngörülen yapısal reformların tam anlamıyla uygulanmasına dair bir fırsat sağlamaktadır. Bu fırsat, ekonominin 21. yüzyılın başlarında gösterdiği süreklilik arz eden büyüme performansının tekrarlanmasını sağlayabilir.
Auguste Tano Kouamé / Dünya Bankası Türkiye Direktörü